Süleymaniye Camii ve Çamlıca Camii
- mimarserkanakin
- 3 gün önce
- 5 dakikada okunur
Süleymaniye Camii’ni Okumak
Süleymaniye: Pirimiz Koca Sinan’ın, benim gibi birçok mimara göre Selimiye’den daha çok sevdiği o güzel mâbed.
Selimiye’nin kıymetini kapısından içeriye adım atmadan anlayamaz birçok insan.
Çünkü onun başarısı kubbesinin iç mekâna hakimiyetindedir.
Üç Şerefeli ve Ulu Camii olsa da yanında Serhat şehrinde merkezde tek başınadır Selimiye.
Yapımından 440 yıl sonra bile şehre giriş yolunun en uzaklarından bile sizi doğru açıdan karşılar.
Gerçi sekizgen planlı olması bulunduğu tepeye bakan tüm açılardan sizi aynı değerde karşılamasına sebep olur ama şehre yaklaştığınızda 4 minarenin ikili takım halinde size görünmesi önemli bir durumdur.
Süleymaniye ise 7 tepeli İstanbul’un en iyi manzara veren ve manzarayı en iyi karşılayan bir noktada olması dolayısıyla bunu hem ana kütle tasarımına yansıtması hem de külliyeyi oluşturan yapıların araziye dağılmasında gösterdiği başarı çağlar ötesi bir tasarım harikasıdır.
Her şeyden önce Süleymaniye bizi en güzel cephesiyle karşılar.
Kıble istikametine yandan baktığımız en hareketli cephesi ile.
Bir ana kubbe, önde ve arkada iki yarım kubbe, yanlarda hanımlar mahfillerini örten üçü büyük ikisi ufak beş adet kubbe.
Bu üç kubbe içerisi ile dışarısı arasındaki dengeyi sağlamak için çift cidarlı yapılmışlardır.
Yan mahfillerin zemine yaklaştığı noktada kütle ağırlığını azaltmak için yatay saçaklar, hareketli kemerler, dışa bakan teraslar ile ana kubbeden gelen ana taşıyıcı payelerin binayı kütlesel olarak parçalayan düşey hareketini görürsünüz.
Alemden geçen düşey bir eksen farz ederek etrafında camiyi çepeçevre dolaştığınızı düşünün. Yukarıdan aşağıya doğru: alem, kubbe, yarım kubbeler, ağırlık kuleleri, payelerin dış uzantıları, beşli kubbe sırasından oluşan yapı elemanları 360 derece boyunca piramidal inişi hiçbir şekilde bozmadan ahenk içinde bir arada bulunurlar.
Dört minaresinin ana kütleye yakın olan ikisinin daha uzun kuzeyde revaklara ait olan kısımdaki ikisinin daha kısa olması da ayrı bir plastik arayış başarısıdır.
Ana kütle revak ilişkisini yansıtan minare boylarının oranlı farklılığı, aynı zamanda ana kütlenin bulunduğu tepe ile revakların olduğu kısmın ve devamında kuzeye doğru devam eden Küçükpazar ve Vefa semtlerinin devam eden alçalmasını referans alır.
Yapı adeta bulunduğu zeminden yükselen bir heykel gibidir bu şekilde.
Caminin Boğaziçi tarafında bulunan Salis ve Rabi medreselerinin bulunduğu kısımda çok büyük bir kot farkı vardır. Buna rağmen Koca Sinan bu medreseleri buraya yerleştirirken plan şemasını iç avlulu bir şekilde aynen uygulamasına rağmen medrese odalarını bulunduğu kota yerleştirerek kademeli bir şekilde yerleşmiş ve hem medreseleri dünyanın en güzel manzarasına açmış hem de oluşacak büyük sağır bir istinat duvarının oluşmasını engellemiştir.
Batı güneşini arkasına alan Süleymaniye’ye Galata’dan, Salacak’tan, Eminönü’nden baktığınızda bu durumu çok iyi görürsünüz.
İçeride ana kubbeyi taşıyan dört adet fil ayağı planda ve düşeyde parçalamış ve taşıdığı kemerlerle ayrı ayrı bağlantı kurmasını sağlayarak ayakların bütüncül etkisini kırmıştır.
Sağda ve solda fil ayaklarının arasında bulunan ikişer adet granit sütunun planda bulundukları yer de çok manidardır. Beyazıt Camii’nde de aynı sütunlardan vardır ve birer tanedir. Ancak Süleymaniye’de bulunan sütunlar merkezden iki kenara yaklaştırıldıkları için Beyazıt Camii’ndeki tam ortalarda bulunan tek sütuna rağmen daha ferah bir mekân oluşturur.
Kütleler kendilerine yaklaştıkça büyür. Ancak bu durum Süleymaniye için biraz farklıdır.
Uzaktan baktığınızda sizi tüm heybetiyle karşılayan Süleymaniye, mahalle arasından üniversite tarafından yürüdüğünüzde adeta bir köşk veya konak havasına bürünür ve insani ölçeğiyle üç adımda çatısına tırmanabileceğiniz bir hava yansıtır.
Süleymaniye tüm bu halleriyle kırklı yaşlarda güçlü ve sağlıklı bir erkeğe benzer adeta. Aynı durumda Ayasofya yaşlı şişman bir kadındır mesela.
Bu örnekler çoğaltılabilir veya bu yorumlara eleştiri yapılabilir. Ancak hiçbiri bizim Süleymaniye’yi anlatmamıza yetmez.
Süleymaniye geçmişin Rönesans şehirlerine ve geleceğin smart kentlerine karşı dimdik ayakta duran bir abidedir vesselam.
Taşlar ve tahtalarla yeniden inşa edeceğimiz şehirlerimize iyi bir örnek.
Çamlıca Camii’ni Okumak
Süleymaniye Camii’ni mimari olarak tanımlayan yazımızdan sonra Çamlıca Camii’ni de aynı şekilde yorumlamanın bir sorumluluk olduğu düşüncesiyle bu yazıyı yazıyorum.
Ülkemizde eleştiri yapmanın neredeyse hainlikle suçlanmaya başlandığı ve tartışma ortamının kamplaşmaya dönüştüğü bir ortamda mimari bir okuma gayretiyle konumuza başlayalım.
Sanılanın aksine Çamlıca Tepesi İstanbul’un yedi tepesinden biri değildir.
Yedi tepe, Tarihi Yarımada diye adlandırdığımız, şu an için Fatih ilçesi sınırları içerisinde bulunan ve her birinin üzerinde çok güzel Osmanlı Camilerinin bulunduğu tepelerdir.
Süleymaniye Camii’nin olduğu tepe de bunlardan biridir.
Çamlıca Tepesi ise ilk olarak 4. Murat döneminde imara açılmış olsa bile esas ilgi ve önemi, Osmanlı’nın son dönemlerinde 19. yüzyılda görmüştür.
Buna rağmen yine de mesire alanı fonksiyonundan dolayı imara çok fazla açılmamıştır.
Ayrıca 260 metre gibi bir yükseklik de önemli bir meseledir İstanbul için. Karayele ve Lodosa açık haliyle.
Gel gelelim gecekondulaşma ve kaçak inşaatın ayyuka çıktığı 1970’lerden itibaren adım adım işgale uğramış ve her tarafı apartmanlarla dolmuştur.
Velhasıl Çamlıca Tepesi İstanbul’un çok güzel bir seyir ve mesire alanıdır ve keşke öyle kalabilseydi…
Şimdi bu tepenin en yüksek noktasına değil de arsa şartlarından dolayı az aşağısına yapılan Çamlıca Camii’ni anlatalım biraz da.
Camiinin kondurulduğu alan İstanbul ile ilişkilendirildiğinde ve kıble açısı dikkate alındığında arsaya oturan kütlenin açısı İstanbul ile verev bir açı oluşturmaktadır. Bu açı yüzünden Camiinin kütlesi ve yapı elemanları karışmakta ve net bir plastik etki vermemektedir.
Camiinin konumlandığı arsa kıble istikametindeki tepenin yanında bulunduğu için yapının ana kubbesi yan taraftaki yüksek tepenin karşısında kaybolmaktadır.
Camiinin 6 minaresi verev açıdan dolayı birbiriyle çok kopuk durmaktadır. Ayrıca kıble istikametindeki minareler ana kütleden kopuk olduğu için fazladır. Minarelerin külahları da kısadır.
Camiinin oturduğu arsa eğimli olduğu için kıble istikametindeki tepeden kurtulabilmek adına ana mahfil kotunun 12 metre gibi yükseltilmesi hiçbir şekilde kabul edilemez bir tasarım kararıdır ki nitekim cami alanına vardığınızda ana mahfilin insan ölçeğinden çok yukarıda olmasına sebep olduğunu görürsünüz. Hele insan ölçeğinden ve kuzey istikametinden baktığınızdaki perspektif aşırı serttir.
Ecdadımızın 400 yıl önceki teknik ve malzemeyle yaptığı ve zirveye taşıdığı bir üslubun bugün betonarme olarak yapılması ve betonarmenin ömrünün ise sınırlı olması da başlı başına felsefi bir tartışma konusudur.
Geleneksel üslupta inşa edilen bir yapıyı aynı oranlarla ufalttığınızda ya da büyüttüğünüzde istediğiniz başarıyı elde edemezsiniz. Dolayısıyla bilinenden ve normalden çok fazla büyük yapılan Çamlıca Camiinin kütle ve yapı elemanları oranlarındaki tutarsızlık bir de aşırı büyüklükten dolayı daha da belirgin hale gelmiştir.
Yapının ölçülerine ait rakamsal bilgilerin (minare boyu, kubbe çapı) metrik ölçülerle ve plaka numarası ve benzeri gibi araçlarla sembolize edilme gayreti de çok sakil durmaktadır.
Caminin muhtelif açılardan ve başka başka yerlerden baktığımızda bize göründüğü kütlesi, sürekli apartmanlarla ve muhtelif yapılarla kesilen ve parçalı halidir. Bütüncül ve heybetli tarafını gösterememektedir.
En başında Caminin tasarım yarışmasının iki bayram arasında çok kısa bir süreye konması ve birinciden telif haklarının alınmasına dair taahhütnamenin baştan istenmesi de tasarıma ve mimari yaklaşıma verilen önemin azlığına acı bir örnektir.
Ne de olsa 90 yaşından sonra evindeki suyu kesilen Koca mimar Sinan’ın neslinden geliyoruz.
Söz konusu projenin yarışma sonucunda birinci seçilememesi ve ikinci olan projeden birinin inşa edilmesi de ilginç bir tezat oluşturmaktadır. Bu kadar önemli bir eser için birinci aranmalı ve bulunmalıydı.
Ayrıca daha yarışma sonuçlanmadan gazetelerde benim projem uygulanacak diye bir mimarın haberinin çıkması ve daha sonra iki hanım mimarın müellif olarak açıklanması da başka bir problemdir.
Şu an uygulanan proje ile yarışmayı kazanan proje arasında ciddi farklılıklar vardır.
Eğer bu kadar lafı şimdi niye ettin derseniz bu tashihler bu işin sahibi ve yöneticilerine en başından beri defalarca iletildi ve dikkate alınmadı. Bizimkisi en azından kayıt düşmek ve üzerimizdeki sorumluluğu atmaktır.
Tüm bunların yanında birebir olarak Camiinin en iyi şekilde olması için gayret gösteren tüm ekibin ve parça parça sanat icra eden sanat erbabının hakkını teslim etmem gerekir.
Ancak bu kadar emek ve para harcanan bir eserin günümüze ve gelecek çağlara taklit yerine daha net ve doğru yeni şeyler söylemesini beklemek de hakkımızdır diye düşünüyorum.
Not: Bu iki yazı 2018 yılı ağustos ayında yazılmış ve ilk olarak o tarihte yayınlanmıştır.

